Eski günler, eski günler… Yad ettikçe gözlerim doluyor… O güzelim günler bir daha geri gelmeyecek… Geride sadece hatıralar ve anılar kaldı…
Eskiden sokaklarda işportacı sesi yükselirdi mahalle ve sokaklarda. Dondurma, renkli macun ve su muhallebicileri dolaşırlardı yazın sıcağında. Bir de arabalarıyla eskiciler ve işportacılar. Sırtında çift taraflı yoğurt dağarları ile sokakları dolaşan yoğurt satıcılarını unuttum sanmayın. Satıcılarının dostu sokakların köşe başlarındaki tulumbalar olurdu. Çerezciler ise küçük terazileri ile otogar yada tren istasyonlarında ekmek parası peşindeydiler. Akşamları süt ve boza satıcılarının seslerine aşinaydı herkes. Mahalleli kapı önlerinde oturur, dedikodular burada yapılırdı. Saklambaç bütün çocuklar tarafından bilinen bir oyundu ve geceleri oynamak daha bir zevkliydi. Ebe yanlış sobelerse ‘’çanak çömlek patlardı’’ ve oyun aynı ebeyle yeniden başlardı.
Eskiden çocukların çoğu naylon ayakkabı giyerdi. Spor ayakkabısı gıslavetti ve çok az kişi alabiliyordu. Yırtılan beş numara futbol topu ve kösele ayakkabıların eskisine pençe yapan küçük ayakkabı tamir dükkanları vardı. Bilgisayar yoktu, daktilo vardı. En iyi hesap makinası kollu facit marka olanıydı. Resmi dairelerin önünde dilekçe yazan arzuhalciler bulunurdu. Kalorifer ve klima yoktu, odanın ortasında mangal yahut köşesinde kuzine soba bulunurdu. Evlerin çoğunda buzdolabı yoktu,t el dolap vardı. Soğuk su için buzhaneden kalıp buzlar kesilirdi parası kadar. Evde hamur karılarak miniyetlere konur pişirilmek için mahalle fırınlarına götürülürdü. Fırınların bir de kabakulak olan çocukların boğazına kara çalmak gibi fonksiyonları vardı, berberlerin dişçilik yapmaları gibi.
Gazeteler bayram tatiline girer, sadece bayram gazetesi çıkardı. Dini bayramlarda beşikler kurulur, bayramda el öpen çocuklar topladıkları harçlıklarla hemen soluğu oyuncaklarda alırlardı. Patlamış mısırlar içine para konularak top haline getirilir satılırdı üzeri şerbetle sıvanarak.. Bayram arifesinde kolonya şişeleri doldurulur, akide şekeri ve lokum alınırdı. İnsanlar karşılatıklarında yanak yanağa öpüşürlerdi, koç gibi selamlaşmak yoktu o zamanlar. Siyah beyaz fotoğraf çektirmek oldukça masraflıydı. O günün meşhur kırtasiyecileri Metin Eti ve kitapçı Halil’den bayramlarda ve yılbaşında tebrik kartları seçilir, postahaneden gönderilirdi.
Cep telefonları da yoktu. Aşklar mektuplarda yaşanırdı. Kız ve oğlanın bakışması ‘’anlaşma’’ diye adlandırılırdı. Aşıklar birbirlerine vesikalık fotoğraflarını verirlerdi gizlice .Kızlar yürürken arkasına bakarsa aranıyor lan diye peşlerine takılınır, arada bir göz göze gelindiğinde aklımızı oynatırdık o zamanlar. Tamirci çırakları kızları görmek için lisenin dağılma saatlerini beklerlerdi. Evlenme çağına gelmiş ve hayırlı bir kısmet gözleyen kızların, ’’konuştuğu biri var’’ diye adının çıkmaması için aileler olanca sertlik gösterirlerdi. Aşıklar sokaklarda dolaşamazlar, şehrin pastahanelerinde kısa süreli buluşurlardı. Düğün geceleri ve hıdrellez kır eğlencesi aşıkların vazgeçilmez görüşme yerleriydi eskiden. Aşıklar bir birlerinin gözünün içine bile büyük edeple bakardı. O dönemin aşkları bir başkaydı.
Yazlık sinemalar vardı ailecek toplanır ve duygu yüklü filmler izlenirdi sinamada. İşportacıların sattığı çekirdekler gazete külahlarında çitilenmeye başlanırdı. Ve dalınırdı beyazperdeye… Göz yaşları içinde kalkılırdı tahta sandalyelerden. O filmin içindeki sahneler ev ahalisi veya arkadaşlar arasında da tartışma konusu olurdu adeta. Diyeceğim o ki, o günleri anlata anlata bitirmem mümkün değil. Herşeyin çok ayrı bir tadı vardı o günlerde…
Murat AVCI
Yorum Yazın