© Son Posta Gazetesi 2023

MUTLU BİR İLİŞKİM VAR

Doğanın kucağında, Pandora'nın ışıltılı tılsımları eşliğinde buluştuğumuz Hazal Subaşı ile; iç huzur, geçmişin dönüştürücü gücü ve hayatla kurulan samimi bağlar üzerine konuştuk.

Kimi insanlar hayatı yüksek bir dille yaşar, kimileriyse derin ve sade… Hazal Subaşı ikinci grupta. İçsel yolculuğu, set temposu ve yıllar içinde şekillenen dönüşümü; onun sakin ama kendinden emin duruşunun sessiz tanıkları. Fazlalıklarından sıyrılmış, kendi ritmini bulmuş ve merkezine yerleşmiş bir kadın olarak çıkıyor karşımıza. Geçmişe yükle değil, dönüşümle bakıyor; bugününü sakin ama kararlı adımlarla inşa ediyor. İç huzurunu objektife taşıdığı bu özel çekim gününün ardından, onunla sohbete oturuyoruz.

Bazı insanlar küçüklüğünden beri oyuncu olmak ister ya... Hazal’ın yolculuğu tam olarak böyle gelişmemiş. Peki, “Evet, ben bu alanda yetenekliyim,” dediği ilk an, o kıvılcım nasıl oldu? “Miss Turkey yarışmasına katılmamla başlayan bir süreç bu. İzmir’de yaşarken, bir anda İstanbul’a geldim ve kendimi bambaşka bir sektörün içinde buldum. Oyunculukla ilgili hiçbir fikrim yoktu. O dönem reklamcılık okuyordum, bu yüzden sektöre bir ilgim vardı. Çocukluğumdan beri reji kısmında, kameranın arkasında olmayı hedefliyordum. Bir süre sonra İstanbul’a taşınacağımı da biliyordum çünkü İzmir’de böyle bir iş alanı yoktu. Kendi işimde de bunun bana çok fayda sağlayacağını düşündüm. “İnsanlarla tanışmak, İstanbul’da kendime bir yer edinmek ve sektöre dahil olmak açısından önemliydi,” diyor. Sonrasında deneme çekimleri ve yönetmenlerle tanışma süreci başlamış. Zaten okuduğu mesleğe yakın olduğu için, henüz 19-20 yaşlarında, yeniliklere çok açıkken bunu denemek ona mantıklı gelmiş. “Sürecin nasıl ilerleyeceğine bakacaktım, eğer olmazsa geri dönecek ve belki bir yıl sonra tekrar deneyecektim. Ama işler iyi gitti. İlk dizim Adını Sen Koy yaklaşık iki yıl sürdü. Ondan sonra hep çok hızlı bir tempoda çalıştım. Teknik olarak setin, reji ve senaryonun ne olduğunu öğrendim. Oyunculuk eğitimlerine başladım, oyuncu koçlarıyla çalıştım. Farklı karakterler, farklı işler, farklı yönetmenlerle tanıştım; hepsi bana yeni şeyler kattı. Ve böylece buraya kadar geldim.”

Peki Hazal’a göre ne kadarı şans, ne kadarı azimdi? Hırslı biri midir?Şimdilerde başrolünde olduğu Sahipsizler dizisi çok seviliyor, ikinci sezonunda da başarıyla devam ediyor. Hazal'a, canlandırdığı Azize karakterini ve karakterin yaşadıklarının ağırlığını soruyorum. “Özellikle ilk bölümlerimiz çok üzücüydü. Senaryoyu ilk okuduğumda şöyle düşündüm: Azize, işin tam anlamıyla ‘dominosu’. Hem domine eden hem de lokomotif bir karakter. Nereye giderse orada bir şey oluyor; herkesi bir araya getirmeye çalışan bir figür. Yaş olarak benden daha küçük ama buna rağmen beş tane kendinden küçük insana, çok zor şartlar altında annelik yapmaya çalışıyor. Bu fikir başta bana gerçekten zorlayıcı geldi. Senaryodaki sahneler, daha okurken bile ağırdı. Diğer yandan, Sahipsizler bambaşka bir kardeşlik hikayesi. İlk beş-altı bölümde hiç partnerim yoktu. Erkek partner olmadan bir işe başlamak fikri benim için ilgi çekiciydi. Azize’nin abla ve anne rolüyle kardeşlerini korumaya çalışması, o güçlü tarafı beni çok etkiledi. Bir de tabii çok iyi bir yönetmenimiz var, ekip çok tatlı, yapım şirketi ve kanal çok sağlam... Kast da öyle. Tüm bunlar birleşince, hem mantıklı hem de duygusal olarak beni çeken, içinde olmak istediğim bir iş çıktı ortaya.”

Dram seviyoruz. Belki de “İyi ki bu bizim başımıza gelmiyor,” demek hoşumuza gidiyor, değil mi? Ya da ruhumuza, hiç beklemediğimiz bir yerden dokunuyor izlediklerimiz. Hazal, “Bence kesinlikle içimizde bir yere dokunuyor,” diyor ve devam ediyor, “Bu hikaye kadar dramatik olmasa da, hepimizin bir şekilde tanıklık ettiği benzer hayatlar var. Sokakta karşılaştığımız biri, bir tanıdığımızın tanıdığı, hatta kendi tanıdığımız... Bu yüzden hikaye izleyici tarafından çok kolay içselleştirilebiliyor. Bir yandan da tüm dramatik yapısına rağmen dizinin sıcak bir yanı da var bana göre. Mahalle kültürü mesela. O mahalle, gerçekten yaşayan bir yer. Kalabalık, hareketli ve samimi. Biz de gerçekten aile gibi olduk. İzleyiciye de geçiyor bu. Bence dizinin başarısının en büyük sebebi, izleyicide bu duyguları uyandırması.”

ABİM'LE 8 YAŞ OLMASINA RAĞMEN İLETİŞİMİM ÇOK İYİ

Azize’nin başına gelenler, yaptığı fedakarlıklar empati yapılamayacak kadar zorlu da olsa, kendisinin de benzer bir durumda sevdikleri için güçlü durmaya ve elinden geleni yapmaya çalışacağını söylüyor. Söz aileye gelmişken, Azize’den Hazal’a geçiyorum. Abisiyle iyi bir ilişkisi olduğunu biliyorum. “Çocukluk döneminde, özellikle sekiz yaş gibi bir yaş farkı olunca, bir de kız ve erkek kardeş olunca, sosyal olarak birbirinizden biraz uzak kalabiliyorsunuz. Ben kendi yaşıtlarımla, özellikle kız arkadaşlarımla daha çok vakit geçirirken; o da daha çok bilgisayar başında, erkek arkadaşlarıyla zaman geçiriyordu. Dolayısıyla o dönem iletişimimiz bence daha zayıftı. Hiçbir zaman kavga eden bir abi-kardeş olmadık ama o zamanlar daha az şey paylaşıyorduk. Şimdi ise, evet, hâlâ aramızda aynı yaş farkı var ama insan büyüdükçe o fark kapanıyor sanki. Artık birbirimizi daha iyi anlıyoruz ve daha çok şey paylaşıyoruz. İletişimimiz şu an gerçekten iyi. O İzmir’de yaşıyor ama sürekli konuşuyoruz,” diyor. İzmir’de herkesin birbirini tanıdığı, ailelerin birbiriyle yakın olduğu bir ortamda büyüdüğü için, İstanbul’a ilk geldiğinde alışması kolay olmamış Hazal’ın. Ama hem çocukluğundan gelen arkadaşlıkları, hem de burada tanıştıklarıyla mutlu bir dünya kurmuş kendine.

DENGELİ VE SAKİNİMDİR. DUYGULARIMI BÜYÜK YAŞAMAM

Onunla ilk kez tanıştık. Bana uzaktan verdiği izlenim; sakin görünen ama yakın çevresinde bir o kadar eğlenceli biri olduğu yönünde. Tespitimin doğru olduğunu söylüyor. “Durgun biri değilimdir. Arkadaş ortamımda, eğer canım isterse ve ruh halim yerindeyse çok eğlenirim. Ama genel olarak dengeli ve sakinimdir. Hiçbir zaman duygularını büyük yaşayan ya da çok belli eden biri olmadım. Yakın arkadaşlarım hep bana, ‘Sen biraz duygusuz musun?’, ‘Niye böyle davranıyorsun?’ gibi şeyler söylediler. Ama bence bu, sakin yapımdan kaynaklanıyor. Aslında her şeyi umursuyorum, ama daha çok içimde yaşıyorum. İyiyi de, kötüyü de dışarıya pek vurmuyorum. Bu, bilinçli yaptığım bir şey değil. Özellikle arkadaşlık ilişkilerimde yaşım ilerledikçe buna daha fazla dikkat etmeye başladım. Artık hayatımda olan, sevdiğim, değer verdiğim insanların yaşadıklarına, duygularına daha fazla özen göstermeye çalışıyorum. Onları arayıp sormayı, hayatlarına dair şeyleri aklımda tutmayı önemsiyorum,” diyor. Yakın geçmişte yer aldığı projeler arasındaki İlk ve Son dizisi, merkezindeki Nilüfer-Cihan ilişkisinin etkileyici dinamiği, iniş çıkışlarıyla, Hazal’ın demin bahsettiği yönlerinin tam tersini simgeliyordu.

Dürüstçe soruyorum: Öyle bir ilişkinin içinde olabilir miydi, ya da kendini o girdaptan çıkarabilir miydi? “Evet, şu an böyle bir ilişkinin içinden çıkardım. Ama örneğin beş yıl önce, kendimi böyle bir duruma maruz bırakabilir, hatta bunu fark bile edemeyebilirdim. O zamanlar bu tür durumlara karşı farkındalığım bu kadar gelişmiş değildi,” diyor ve devam ediyor, “Hepimiz ilişkileri kendi içinde deneyimleyerek, bazen maruz kalarak, bazen de maruz bırakarak öğreniyoruz. Her ilişkide insan kendine dair yeni bir şey fark ediyor: ‘Benim istediğim şey buymuş’, ‘Aslında bundan hoşlanmıyormuşum’, ya da ‘Bunu bekliyormuşum ama farkında değilmişim,’ gibi... Kendini çözümlemeye başlıyorsun. ‘Beni ne mutlu eder?’ sorusunun cevabı da zamanla şekilleniyor.

MUTLU İLİŞKİNİN EN ÖNEMLİ ÖZELLİĞİ HAFİF HİSSETMEK

Bir süredir mutlu bir beraberliği var. Şu an geldiği noktadaki Hazal olarak sağlıklı, mutlu bir ilişkinin en önemli özelliklerini neler olarak görüyor? “Bence, hafif hissetmek. Hem kendine hem de karşı tarafa bu hafifliği hissettirebilmek... Bir ilişki böyle olmalı. Zaten ben şu an bireysel olarak mutlu biriyim. Bir ilişkiyi de, zaten mutlu olduğu bir hayata ekstra bir mutluluk katmak için yaşıyor olmalı insan. Beni mutsuz eden, bana eksi yazan bir şeyin içinde olma fikri artık garip geliyor. Bir ilişki, insana bir şey katmalı, onu yukarı taşımalı, hayatını kolaylaştırmalı... Yakın bir arkadaşın gibi hissettirmeli. ‘Hafif hissetmek’ derken kastettiğim bu. Rahat olmak, istediğin her şeyi anlatabilmek, kötü bir şeyi de paylaşabilmek, karşı tarafın fikrine değer verebilmek... Bunlar şu anda benim için bir ilişkinin en önemli özellikleri,” diyor.

HİÇ KOMEDİ İŞİNDE OYNAMADIM

Hayatı hafif, olabildiğince huzurlu bir şekilde yaşamaya, mutlu olmaya odaklanıyor. Kariyerinde ise tam tersi, hiç aktif bir komedi işinde bulunmadı Hazal. “Açıkçası bana gülmek daha zor geliyor çünkü romantik komedi türü bir projede neredeyse hiç yer almadım. Kariyerimde ağırlıklı olarak daha dramatik, karanlık ya da inişli çıkışlı karakterler oynadım. Tam da bu yüzden gelecekte kendimi denemek istediğim bir alan.”

GÜZELLİK KONUSUNDA KENDİMİ ÖZGÜRLEŞTİRDİM

Biraz geçmişe gidersek, bir güzellik yarışması deneyimi var. Sürekli kamera önünde yaşayan biri olarak güzellik kavramıyla arası nasıl? “Son 7-8 yıldır güzellikle ilgili hiç böyle bir derdim olmadı. Ne kendimle ilgili, ne de bana söylenen ya da hissettirilmeye çalışılan herhangi bir şeyle ilgili bir takıntım yok. Ama Miss Turkey döneminde üniversitedeydim ve o zamanlar bu konuda daha farklı hissediyordum. Mesela okula eşofmanla, süslenmeden giden biriydim. Ama yarışmadan sonra birden üzerimde baskı hissetmeye başladım. ‘Daha iyi mi görünmeliyim?’, ‘Herkes bana böyle bakıyor mu?’, ‘Yeterince güzel miyim?’ gibi düşünceler oluştu kafamda. Belki kimse öyle düşünmüyordu, ama ben öyle hissettim. O dönem beni biraz kötü etkiledi,” diyor. Sonrasında, yaşı ilerledikçe bunların hepsini geride bırakmayı başarmış. “Sektörde elbette güzellikle ilgili yorumlara, bakışlara, beklentilere maruz kalabiliyoruz. Ama bugün geldiğim noktada, bunların hiçbirinin beni tanımlamadığını biliyorum. Güzellik üzerinden düşünmüyorum artık; bu konuda kendimi özgürleştirdim.”

Sosyal medyadaki olumsuz yorumların da kendisini etkilemediğini, hatta kimi zaman okuyup eğlendiğini söylüyor. Kapak çekimimizde Pandora ile iş birliği yaptık. Hazal’a Pandora ile olan yolculuğunu ve markaya kendini hangi yönlerden yakın hissettiğini soruyorum. “Pandora zaten hep kendimi yakın hissettiğim bir markaydı. Annem bana birkaç doğum günümde mutlaka Pandora’dan bir hediye almıştır. Bir bileklikle başlayıp, her doğum günümde ona yeni bir charm eklediğimiz çok olmuştur. Bu yüzden yıllardır duygusal olarak da kendimi yakın hissettiğim bir marka. Şimdi onlarla çalışmak beni gerçekten çok mutlu ediyor. Özellikle de charm’larını çok seviyorum. Hayatından bir anı, bir duygu ya da bir temsili taşımak istiyorsan, bunu çok zarif bir şekilde anlatabileceğin bir yol gibi geliyor bana. Kolye ya da bileklik fark etmiyor; charm’lar hem kendini anlatan hem de çok şık duran parçalar,” diyor.

Bu iş birliği, bir kırlangıç charm’ıyla başlamış. Hazal, bu sembolü özellikle tercih etmiş. “O sıralar insanın kendi ruh hayvanını bulması konusuyla çok ilgiliydim, kitaplar okuyordum. Kuşlara karşı bir yakınlık hissettiğimi fark ettim ve kırlangıç da bana en yakın hissettiren sembollerden biri oldu. Bu yüzden hem anlamı, hem de hissettirdikleri açısından çok içselleştirdiğim bir charm,” diyor. Çekimde, yeni Pandora Tılsım Charm’ları koleksiyonundan mücevherler taşıdı. Favorisini seçemiyor. “Her biri çok zarif, çok şık ve birbirleriyle çok uyumlu. Hangi mücevheri taksam, hepsi sanki bir bütünlük oluşturuyor gibi geliyor bana. Pandora'nın bu özelliğini çok seviyorum,” diyor.

Peki, onu yakın gelecek için en çok neler heyecanlandırıyor? “Hayatımın, her şeyin yerli yerine oturduğunu hissettiğim bir yılındayım. Her alanından çok mutluyum. Böyle sürmesini diliyorum. Onun dışında, tabii oyunculuk konusunda yeniliklere karşı her daim heyecanım var. Ama şu an devam eden işlerimden çok mutluyum. Bundan sonraki yolculuğuma da bakacağız!” Röportajımızın tamamını InStyle Türkiye sosyal medya hesaplarında izleyebilirsiniz!

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER