© Son Posta Gazetesi 2023

GERÇEKLİKLE OLAN İLİŞKİMİ HİÇ KAYBETMEDİĞİMİ DÜŞÜNÜYORUM

İkon olmak, sadece göz önünde olmak ya da trendleri belirlemek değil; özgünlüğünü, değerlerini ve kişisel ritmini kaybetmeden yolun kaybetmeden yoluna devam edebilmek. Serenay Sarıkaya’nın ikonik yönü tam da bu: Erken yaşta başladığı kariyerinde hem profesyonel hem de kişisel anlamda sürekli evrim geçirirken, özünü, merakını ve insanlara dair duyarlılığını koruyabilmiş olması. İkon enerjisini bir dış etki değil, içten gelen bir duruş olarak benimsemesi ve yaşaması. Mavi Edition koleksiyonunun yıldız parçaları eşliğinde gerçekleştirdiğimiz çekimin ardından, önce geçmişteki InStyle kapaklarına doğru bir zaman yolculuğu yaptık, ardından tüm içtenliğini hissettirdiği röportajımız için Zoom’da buluştuk.

 

İki buçuk yıl boyunca hiç durmadan çalıştıktan sonra kendine bir dinlenme molası vermiş. Bu süreçte iç dünyasına dönmüş, üretim biçimini, şöhretle ilişkisini ve oyunculuk anlayışını yeniden tanımlamış. Hayata bakışı olgunlaşmış, cümleleri daha derinleşmiş. Şimdilerde ise dinginliğin ve üretkenliğin bir arada olduğu bir dönem yaşıyor Serenay. “Hayatımın aslında hiç fena olmayan bir dönemindeyim. Biraz durmak, kendimi yenileyebilmek, geliştirebilmek için bu zamanı kendime tanımak istiyordum. Planladığım gibi tatlı gidiyor. Alıştığımın tersine, daha durgun ama başka yerlerden beslendiğim, kendimi içerden kuvvetlendirmeye çalıştığım, daha korunaklı kalmaya ihtiyaç duyduğum bir dönemdeyim. Keyfim yerinde.” Bu yeni dönemde onu nelerin heyecanlandırdığı ve motive ettiği ise başka bir pencere açıyor: “Mümkün olan her fırsatta görmediğim yerleri görmeyi, başka kültürlerden insanlarla tanışmayı, onların hayatlarına gözlemci olup kendime dışarıdan bakabilmeyi seviyorum. Bir yandan da ev seven bir insanım ben. Evde kendi başına mutlu olabilen, sıkılmayan, kendi halinde oldukça iyi vakit geçirebilen biriyim. Herkese çok uzun süre evde kalmak iyi gelmeyebilir belki ama bu, benim çok sevdiğim bir şey. Okuyorum bol bol; filmler, diziler izliyorum. Uzun zamandır çalışmaktan dolayı açılan boşluğu, kendime ayıramadığım zamanı bu tarz şeylerle doldurmaya, tamamlamaya, beslenmeye çalışıyorum.”

Onu tanıdığımız tüm bu yıllar içinde, elbette hem kişisel hem de mesleki anlamda birçok değişim ve dönüşümden geçti. Kendiyle olan ilişkisini ve bu süreçteki büyüme yolculuğunu soruyorum. “Değişmemek imkansız çünkü sektöre başladığımda 15 yaşındaydım. Nereden baksan 18. seneme gireceğim,” diyor ve devam ediyor: “Çocuktum; önce genç kız oldum, sonra genç bir kadına dönüştüm. Bütün bu evrimleri, bunun içinde ve bununla beraber, zorlukları ve kolaylıklarıyla birlikte yaşadım. Dolayısıyla tabii ki değiştim. ‘Ne değişti?’ diye sorarsan, o kadar çok var ki tek bir şey söylemem mümkün değil. Ama kendi büyüme yolculuğumu, oyunculukla beraber, insan psikolojisiyle daha yakından ilişki kurarak; tanımadığım, bilmediğim karakterler ve hikayeler üzerinden daha derin bir empati kurma becerisi kazanarak; benim dışımda olan renkleri, derinlikleri, katmanları belki normalden daha fazla bir anlayış becerisi ve farkındalıkla yaşadım.”

Bu da bakış açımı, düşünce biçimimi, yaklaşımımı değiştirdi ve beni şüphesiz ki ruhen zenginleştirdi.” Bütün bu deneyimler, insan psikolojisine olan ilgisini de beslemiş. İnsan davranışlarını ve motivasyonlarını derinlemesine incelemeyi, gerekçelendirmeyi sevdiğini söylüyor; bunun da mesleğine ayrı bir derinlik kattığına inanıyor. “Önce kendimle başladım bu derinlemesine inceleme işine, sonra etrafımdaki tüm insanlara da böyle bakmaya başladım. Bir yerde oturup insanları izleyerek, hikayelerinin ne olabileceğini düşünerek saatlerimi geçirebilirim ben. Hatta kendi başıma yapmayı en sevdiğim aktivitelerden biri diyebilirim. Şimdi hatırlıyorum da, çocukken de böyleydim. Hiç sıkılmadan saatlerce oturur, oyun oynar, hikayeler uydurur, insanların davranışlarını, hâl ve hareketlerini izler, adeta kaydederdim zihnime. Hiçbir zaman kimse için doğrudan hazır bir fikre ya da önyargıya sahip olan biri olmadım. Birini tamamen gerçekten tanımak ve anlayabilmek mümkün olmasa da belki bu şekilde yaklaşmak, daha az yara almama sebep oldu. Kendime dair de hiç farkında olmadığım şeyleri öğrenmeme yardımcı oldu. Tek yönlü, tek boyutlu bakmaktan kurtardı beni,” diyor ve ekliyor: “Oyunculuğun çok büyük bir parçasıdır psikoloji, gözlem. Bunlar hep konuşulur, tartışılır işe başlamadan önce, provalarda... Anlamaya çalışmak istersin neyi neden yaptığını. Anladığında ve sebeplerin olduğunda, ister istemez başka mimikler, başka dışavurumlar çıkar ortaya. En sevdiğim kısmı da bu: Dantel gibi ince ince işleyebilmek. Bizim evde de çok okunurdu psikoloji. Annemin hâlâ çok ilgi duyduğu, okuduğu alanlardır felsefe, psikoloji, sosyoloji... Dolayısıyla ben bizim evde hep soru sorarak ve bu soruları çok erken yaşta en önce kendime sorarak başladım bu meraka. Bu da aslında hiç fena olmadı. Şimdi geriye dönüp baktığımda düşünüyorum: Eğer bu soruları daha geç sormuş olsaydım, belki de bu yaşımda kendimle bu kadar konforlu bir yerde olamayabilirdim. Hâlâ savrulan, o verilemeyen cevapları arayan, dolayısıyla ayakları ve kökleri yere sağlam basamayan biri olabilirdim. Bu soruların cevaplarını verebilmek beni hem kendime yaklaştırdı, kendimi olduğum gibi kabul etmeme ve sevmeme yardımcı oldu hem de insanları sadece yaradılışından sebep sevmeme ve anlamama yaradı.”

Onu ekranda izleyen milyonlarca kişi, oyunculuğuna, tavrına ve tarzına hayran. Peki, tüm bu beğeni ve başarıların ötesinde, kendi hayatına baktığında neler hissediyor? En çok hangi yönüyle gurur duyuyor? “Gurur duymak, övünmek değilse de, çocukça bir hırsa yenik düşmeden, daha yolun başında öğrendiğim ve hayatımı kolaylaştıran bir şey var. O da kendimden başka kimseyle ve hiçbir şeyle bir yarış içinde olmamam. Başarı bazen ulaşılan bir yer, atlanılan bir eşik gibi görülebiliyor. Benim derdim hep kendimle oldu. Hep çocuksu bir hevesle kendimi anlamaya, keşfetmeye, gelişmeye, ilerlemeye, büyümeye ve öğrenmeye meraklı oldum. Düşmekten, yeniden ayağa kalkmaktan ve tekrar başlamaktan hiç korkmadım. İnsana dair ne varsa, hepsiyle birlikte, Serenay olarak kendim gibi yaşamaya gayret ettim sadece. Çünkü insan, hayatın içinde oraya buraya koşuşturmaktan ve sadece başarılı olmaya odaklanmaktan kendini mutlu eden şeyleri unutuyor. Kendinden uzaklaşıyor. Yaşamayı unutuyor. Kararmaya başlıyor, ne bileyim... Küçük nüansları, küçük mutlulukları kaçırıyorsun. O da ruha iyi gelmiyor. İnsanın ışığını götürüyor. Dolayısıyla her seferinde şunları soruyorum kendime: ‘İyi miyim? Mutlu muyum? Vicdanım rahat ve huzurlu muyum? Bu, benim aklıma ve kalbime yatıyor mu?’ Yaşamı ve ona dair her şeyi çok seviyorum. Kendim için başarı sayacağım şey, dolu dolu, hakkıyla ve güzel bir yaşam sürebilmek olurdu.”

Serenay, yıllardır sürekli büyüteç altında yaşayan biri. Söylediği ve yaptığı her şey gündem oluyor. Kamuya mal olmanın getirdiği sorumluluk bir yana, özellikle mahremiyet konusunda sınırlar çoğu zaman zorlanıyor. Tüm bunlara rağmen, şöhret kavramıyla oldukça doğal ve olgun bir ilişkisi var. “Ben şöhreti hiç ‘şöhret’ olarak görmedim ve öyle tanımlamadım. Çok küçük bir yaştan beridir onun içindeyim, dolayısıyla hep pakete dahil bir şey gibi geldi bana. Şimdi bakınca, hayal ettiğim ve yapmak istediğim her şeyin birleştiği, olmazsa olmaz bir yoldu gibi geliyor. Kendimi bundan başka bir şey yaparken hiç düşünmedim. İlk kez sete gittiğimde hayatımın artık bu olduğunu biliyordum. Bu kadar tutkuyla ve severek yıllar boyu yapabildiğin bir mesleğe sahip olmak bence çok büyük şans. Benim şansım bu. Ben de zorluklarından çok buna yönlendirdim ilgimi, enerjimi. Bir de sanırım çok genç yaşta bunun içinde olmak, bununla beraber büyümek, bunu doğru şekilde sindirebilmeyi de öğretti bana. Olumsuzlukları bertaraf edebilmek için zamanım oldu. Yaşadığım tecrübelerden ders çıkarabilme ve kendimi korumayı öğrenebilme zamanım vardı. Şimdi bu yaşımda bunu daha iyi başarabildiğime inanıyorum,” diyor ve önemli bir ekleme yapıyor: “Gerçeklikle olan ilişkimi hiç kaybetmediğimi düşünüyorum.” Peki, tüm bu gerçeklik içinde, tabiri caizse “fabrika ayarlarına” dönebilmek için neler yapıyor? Serenay, bu süreci bilinçli bir duraklama olarak tanımlıyor. “Bunu yakın zamanda bir röportajımda da söylemiştim. Dengemi kaybettiğimi, savrulduğumu düşündüğüm, ne yapsam işe yaramıyor gibi hissettiğim zamanlarda her şeyi bırakıyorum. Yani bir eylemin içinde olmayı, düşünmeyi, herhangi bir şey yapmayı... Zihnimdeki sesler susana kadar öylece duruyorum. Ne yapacağımı düşünmeden, bir sonraki aşamayı planlamadan durduğumda; bütün sesler sustuğunda, kalbim ve aklım bana doğruyu bir şekilde gösteriyor. Gerçek görünür hâle geliyor. Hikayeyi bütün taraflarıyla kavrayabilmeme, kendi kaygılarımdan, korkularımdan bağımsız değerlendirebilmeme olanak sağlıyor. ‘Ben burada neyi görmüyorum, neyi duymuyorum, neyi anlamalıyım?’ Her ne yaşarsam yaşayayım, hep önce kendime bakıp beni savunmasız kılan şeylerden çıkarımlar yapmak ve yoluma daha güçlü, daha emin adımlarla devam etmek bana güvende hissettiriyor, kendimle ilgili hep çok güzel ipuçları bulmama sebep oluyor,” diyor.

Serenay, yaratıcı yönünü sadece oyunculukla sınırlamıyor. Peki, kendini en yaratıcı hissettiği anlar ne zaman oluyor? “Yazma ve çizme gibi uğraşlarım var. Bir yetenek diyemem belki ama buna ihtiyaç duyuyorum. Oyunculuğun dışında da başka yaratıcı alanlarda kendimi ifade etme ihtiyacı hissediyorum. Bir şeyler yazıyorum, çiziyorum... Belki hiçbir zaman paylaşmaya cesaret edemeyeceğim şeyler olsa da yapıyorum. Şuna inanıyorum: Yaratıcılık için de zaman gerekiyor. Büyük bir koşturmaca içindeyken üretmek pek mümkün olmuyor. Hep böyle koşuşturmacası az, kendime alan açabildiğim, vakit yaratabildiğim zamanlarda ortaya çıkıyor bu tarz ihtiyaçlarım. Üretmek, yazmak, çizmek, anlatmak istiyorum. Ne yolla olduğu önemli olmaksızın.” Hayatında onu derinden etkileyen, iz bırakan bir cümle ya da öğüt var mı peki? “Çokça vardır muhtemelen. Genelde böyle cümleleri bana hep annem söyler. Özellikle son dönemlerde, belki de en sık söylediği şeyi paylaşabilirim. Bunu ben küçükken de, bu mesleğe girdiğimde de çok söylerdi: ‘Gül Serenay; gözlerinle, kalbinle, ağzınla, kocaman gül. Sen gülünce gerçekten o ışık, o aktarmaya çalıştığın sevgi, o enerji neyse, o herkese sirayet edecek ve kötü olanı bile dönüştürecek.’ Gerçekten hem içerden hem dışardan bunu yapmaya çalışıyorum; kendimi korumanın bir yolu gibi.”

Serenay için insan ilişkilerinin temeli ne? Arkadaşlıklarında ve hayatındaki bağlarda en çok neye değer veriyor? “Olmazsa olmazım gerçeklik ve samimiyet. Bütün hayattaki etiketlerden bağımsız olarak, gerçek bir yerde buluşabilmek. Fikri, duruşu, felsefesi, hayata bakışı ve kendini taşıma biçimi; bunlar benim çok ilgimi çeken, o insanı hayatımda kalıcı kılan şeyler. Kendine ve karşısındakine saygısı olan, kendiyle bir meselesi bulunan, hayata, insanlara ve çevresine karşı duyarlı olan, güzel düşünceler besleyen ve iyi şeyler yapma hevesinde olan insanları, hiç çaba göstermeye gerek duymadan seviyorum. O insanları tanımak, onlarla sohbet etmek istiyorum. Sohbet etmeyi, göz göze bakmayı, anlatmayı ve paylaşmayı çok severim ben,” diye cevaplıyor.

Serenay’ın uzun yıllara yayılan iş birliklerinden biri de Mavi ile olan serüveni. Artık Mavi denince akla Serenay, Serenay denince akla Mavi geliyor. Bu bağın başlangıcını ve bugününü şöyle anlatıyor: “Mavi’yle çalışmaya başladığımız zaman çok küçüktüm. Med Cezir’e yeni başlamıştım, hatta birinci sezonu bitirmiş miydi emin değilim... Çok anlattım ama uzun zaman oldu, yeniden anlatmak istiyorum; bu çekim benim için biraz nostalji gibi de oldu. Benim Mavi’yle ilgili bir totemim vardı. Bir gün, ‘Bence bir jean markasının yüzü olmalıyım, hatta bence Mavi’yle çalışmalıyım,’ demiştim. Öyle yürekten istemişim ki bir hafta sonra Mavi’den telefon gelmişti, inanamamıştım. Benim için çok güzel bir rüyanın gerçekleşmesi gibiydi. Hala her yeni çalışmamızda aynı heyecanı hissediyorum. Yolunun çok başındaki o ilk halim gibi, hala çekimden bir gece önce uyuyamıyorum ve hala koşarak, sevinçle gidiyorum çekime. O aileyi çok seviyorum. Bu tarz iş birliklerinde bir aile olabilmeyi, ortak bir ağızdan aynı şeyi söyleyebilmeyi çok önemsiyorum. Mavi, benim çok sevdiğim ve söylemekten gurur duyduğum şeyleri savunuyor, ilk günden beri. Her yaştan kadının gücünü, beraber olmanın güzelliğini destekliyor; hayvanları korumak, yaşatmak, hayata kazandırmak adına çalışmalar yapıyor; her türlü konuda topluma çokça katkı sağlıyor. Bunlar zaten markayı bunca yıl bu kadar kuvvetli kılan değerler. Bunu sürdürülebilir kılmak ise başka türlü bir meziyet. Bu sebepten, ben de çok büyük bir gurur ve çok büyük bir sevgiyle 12 senedir bir Mavi kızıyım zaten.”

Bugün ise Mavi Edition koleksiyonu, sofistike ve modern bir tarza sahip kadınların gardırobuna yeni bir yorum getiriyor. Serenay’ın kişisel stiliyle bu yeni edisyonun dili nasıl örtüşüyor? Favori parçaları neler? “Bu çekimde giydiğim bir jean tulum var. O, favorilerimden biri. Onun gibi daha zamansız parçaları çok seviyorum. Mavi o kadar becerikli ki bu konuda; her seferinde beni de Serenay olarak çok heyecanlandıracak, çok yenilikçi, zamanı takip eden ama aynı zamanda zamansız olabilen çok güzel şeyler tasarlıyor. Yine aynı renk koyu mavi jean olarak bir gömlek-pantolon takım vardı; onları giymeyi sabırsızlıkla bekliyorum. Ama ne giyersem giyeyim, ‘Ben bunu böylece total look olarak giyerim,’ cümlesini hep söylüyorum; şimdiye kadar hiç aksi olmadı.” Tartışmasız bir it girl olarak, kendi stilini nasıl tanımlar? Ona ilk kez ‘it girl’ diyenin Mavi olduğunu söylüyor. “Büyük bir çaba göstermeksizin böyle görülmek harika tabii. Ben, kendini çok iyi tanıyan ve yeni şeyler denemekten çekinmeyen biriyim. Hazırlanırken en çok ilgilendiğim şey, önce onun içinde konforlu olup olmadığım, iyi ve güçlü hissedip hissetmediğim oluyor. Herkes karşımda olsa da, ben onu mutlu olarak, severek taşıyorsam yetiyor bana. Göze güzel gelen şey, bence onu taşıyan kişinin enerjisi ile de ilgili. Modayı kendini ifade etme biçimi olarak kullanmayı ve içimdeki bütün kadınlara zaman zaman yer açabilme fırsatı yaratmasını çok eğlenceli buluyorum.”

Sohbetimizin sonuna gelirken, yapay zeka üzerine fikirlerini de merak ediyorum. “Fazla ‘boomer’ olmamaya, yeni gelişmeleri en azından anlamaya çalışıyorum. Ama benim sanatta bile hep el emeği, el işçiliği daha fazla ilgimi çekiyor. Hayatı kolaylaştırıcı bir tarafı da var tabii ama bazı meslek gruplarını da ortadan kaldırdığı kesin. Bu sebepten bu gibi gelişmelerle ilgili fikrimi hâlâ netleştiremiyorum. Ama şunu söylemek isterim ki ben hep insanın içinde olduğu, hatta birazcık kusurlu olan şeyi daha gerçek, daha kendime yakın buluyorum. O kadar mükemmel olan bir şey beni, insanın yarattığı şey kadar etkilemiyor galiba. Kusurlar; vücutta yara izi gibi, yıllardır biriktirdiğin hikayelerden sana kalanlar... Yapay zeka nasıl yapsın o tecrübelerin seste yarattığı çatlamayı, yorgunluktan titreyen elin eserde bıraktığı imzayı?”

Röportaj EYLÜL SOLAKOĞLU

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER